Üyelik Girişi
Site Menüsü
Site Haritası
ÖĞRENCİ GÖZLEM FORMLARI

Çocuklarımın İlkokulundan Ne Bekliyorum?

Çocuklarımın İlkokulundan Ne Bekliyorum?

Sabahları çocuklarımı okul servisine bindirdiğim sırada ikisinin de başını öperken onlara sesli olarak dile getirdiğim dileğim şu oluyor: “Gününüz güzel geçsin!'” Basit ve sade.

Elbette her günün bir doğum günü partisi gibi geçmeyeceğini biliyorum ve hayattaki her şeyin bir eğlence aktivitesi şeklinde ele alınmaması gerektiğini de. Benim dileğim ne fazla naif ne de fazla idealist. Sadece çocuklarımın okulda geçirdikleri günden keyif almalarını istiyorum. Gün içinde işlerin yolunda gitmediği anlar olsa da ya da hayal kırıklığına uğradıkları ya da bazı şeyleri çok zorlayıcı buldukları zamanlar olsa bile en büyük dileğim eve döndüklerinde genel hissiyatlarının negatif olmaması.

Yeterince pozitif deneyimler yaşamış olmalarını, yeterince ilgiyle çalıştıkları anlarının olmasını, günlerinin yeterince yaratıcılık ve eğlenceyle dolu geçmesini ve böylece ruh hallerinin baskın tanımının “iyi” olmasını istiyorum.

Ama şu anki durum hiç de böyle değil maalesef.

Servisten indirdiğim çocuklar bitkinler. Hayatlarından bezmişler. Aşırı çalıştırılmışlar. Tükenmişler. Sanki onlara hafif bir viski kokteyli hazırlayıp pipolarını ve terliklerini verip rahatlamaları için bir saat boyunca yalnız bırakmam gerekiyor gibi hissediyorum.

Bana söyleyecek pozitif bir şey bulmaları biraz zamanlarını alıyor. Ve anlattıklarında, bunun genellikle teneffüste ya da öğle yemeğinde olmuş bir şey olduğu ortaya çıkıyor. Çocuklarımın bu kasvetli tutumlarından dolayı öğretmenlerini suçlayabilirdim. Bunu yaptım da. Ama artık öğretmenlerin de onlar kadar yorgun ve tükenmiş olduklarını ve aşırı çalıştırıldıklarını biliyorum. Öğretmenleri güne katabildikleri kadar çok eğlence katmaya çalışıyorlar. Ancak uymak zorunda oldukları zaman sınırları, bağlı kalmak zorunda oldukları müfredatları ve ulaşmaları gereken hedefleri var. Hayır, bu baskı çok daha yukarıdan geliyor. Ve ağırlığıyla çocuklarımı eziyor.

İlkokul çağındaki çocuklarımın okula gitmeyi sevip sevmediklerini, akademik gelişimlerinden çok daha fazla önemsiyorum. Eğer okuldan keyif alırlarsa zaten öğreneceklerini bilecek kadar akıllıyım. Öğrenmek için uygun öğrenme ortamı varsa, akademik öğrenme doğal olarak gerçekleşecektir.

Bir ebeveyn perspektifine -benimkine- göre iyi bir öğrenme ortamı pozitif enerjisi olan bir ortamdır. Öğretmenler orada olmak ister ve çocuklar da orada olmak ister. Kimse daha gün başlamadan kalan dakikaları saymaz.

Bir eğitimci perspektifine göre ilgi uyandıran, yaparak ve yaşarak öğrenilen, uygulama, tartışma ve yaratıcılık için fırsatlar sunan bir öğrenme ortamı çocukları mutlu eder. Çocuklar mutlu olduklarında daha fazla öğrenirler. Hem de “rüşvete” başvurmak zorunda olmadan. Gördüğünüz gibi roket bilimi değil bu.

Öğrenme ortamı çok ciddileştiğinde, değerlendirmelere ve notlara, öğrenme hedeflerine ve amaçlarına fazlasıyla bel bağladığında, o ortam artık keyifli olmaktan çıkar. “İş” olur ve çocuklar işten keyif almazlar. İşten keyif almak onların doğasında yoktur. Çocuklar oyun yoluyla öğrenmek için yaratılmışlardır.

Bir çocuktan oyun oynamamasını istemek, nefes almamasını istemek gibi bir şeydir. Çünkü çocuklar için oyun oynamak nefes almak kadar doğal bir şeydir. Oyunu nasıl tanımlarız? Hayal gücü ve yaratıcılığın kullanıldığı her türlü aktivite. Bunlar, yeterince sık kullanılırsa insanı inovasyon ve problem çözmeye götüren iki önemli beceridir.

Çocuklardan, yetişkinlerin çalıştığı şekilde çalışmalarını bekleyemeyiz. Aynı değiliz. Onların bankaya kredi ödemesi yapmaları gerekmiyor ama ben de geceleri istediğim saate kadar uyanık kalıyorum. Biri diğerinden daha iyi ya da daha kötü değil. Sadece farklı.

Bir gün yetişkin olduklarında bir ofiste günde sekiz saat oturmak zorunda kalacak olmaları, bunun uygulamasını daha çocukken yapmaya başlamaları gerektiği anlamına gelmiyor. Bu, 10 yaşındaki bir çocuğa “Bir gün vergi ödeyeceksin, bu yüzden büyükannenden aldığın doğum günü parasının yarısını alacağım. Çünkü buna alışmanı istiyorum” demek gibi bir şey.

Her şeyin bir zamanı var.

Neden ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileri için daha uygun olan ders ve değerlendirme yöntemlerini kullanma dönemine dönüştü?

8- 9 yaşındaki çocukların önümüzdeki seçimlerde oy kullanmalarını beklemiyoruz ya da kendi otomobil kaskolarını ödemelerini ya da hiç sevmediğimiz bir arkadaşıyla gece geç saate kadar dışarıda takılmalarını… O halde neden günde 6-7 saat oturmalarını ve adeta “evrak işleri” yapmalarını bekliyoruz? Neden saatlerce konsantre olmayı becermelerini ve böylece çoktan seçmeli testleri girmelerini bekliyoruz? Bunun için doğru zaman ilkokul değil. Buna hazır değiller ve hazır olmak zorunda da değiller.

Bir eğitim sistemi, ilkokul öğrencilerini lise öğrencileri gibi performans göstermeye zorlayarak daha iyiye gittiğini iddia edemez. İlkokuldaki test ve değerlendirmelerin miktarı, öğrencilerin olgunlaşana kadar uygun olamayacakları bir düzeyde.

Çocuklara birinci sınıfta bir bitkinin yaşam döngüsünü öğretiyorsunuz, oysa daha ayakkabılarını nasıl bağlayacaklarını ya da tuvaletten çıktıktan sonra pantolonlarının düğmesini nasıl ilikleyeceklerini bile öğrenmediler.

Sınıfta yaptığı çalışmaya odaklanamayan üçüncü sınıf öğrencinizin sorununun ne olduğunu bilmek ister misiniz?

Muhtemelen hiçbir şey.

Oyun ve keşif yoluyla öğrenmek yerine resimsiz düz yazılar okuduğu ve onlarla ilgili beş paragraflık yazılar yazdığı için çok sıkıldı ve bütün ilgisini kaybetti.

Küçük yaştaki öğrencilere daha yoğun bir müfredat ve daha hızlı bir tempo dayatmak, onları daha iyi öğrenci yapmaz. Onlara önemli becerileri öğretmez. Onlara, testten sonra hatırlamayacakları ve gerçek yaşamda nasıl kullanacaklarını bilmedikleri birbirinden ilgisiz bilgilerden oluşan sığ bir havuz verir sadece.

Ama bir şeyi çok iyi yapar: Akademik çocukları, akademik olmayan çocuklardan ayırır. Hem de gerçekten çok hızlı bir şekilde. Hedef bu mu peki?

Hedefiniz çocukların çok erken yaşlarda okuldan ve eğitimden nefret etmelerini sağlamak değilse, standartlara dayalı öğrenme ve yoğun testler ilkokulda asla başarılı olamayacaktır.

İlkokulun özü keşfetmek olmalıdır. Çok iyi yazılmış kitaplara bolca maruz kalmak olmalıdır. Yazmak, gözlemleri ve hayal gücünü somut olarak hayata geçirme fırsatı olmalıdır. İlkokul eğitimi tarihi; hikaye anlatıcılığı, sanat ve müzikle öğrenmeyi de içermelidir. Sosyal becerileri ve iletişim becerilerini geliştirirken dans etmeyi, şarkı söylemeyi ve oyun oynamayı kullanmalıdır.

İlkokul fen bilgisinin özü, soru, merak ve deney olmalıdır. Matematik doğanın ve günlük hayatın bir parçası olarak öğretilmelidir ki sayılar ortaya çıktığında çocuklar korkmasın. İlkokulda keşfedilebilecek konular için hiçbir sınır olmamalıdır. İlkokul yaşam boyu öğrenen olmayı keşfetmek olmalıdır. Ama kesinlikle müfredat ya da test olmamalıdır.

Bir okulun, birbirinden tamamen farklı iki insan olan çocuklarımın her ikisinin de öğrenmek için gitmek istediği bir yer olmasını isterim. Bir okulun, yaratıcılığın beslendiği ve öğrenilen şeyler üzerinde düşünmek, bağ kurmak, tartışmak ve keyfini çıkarmak için geniş zamanların ayrıldığı bir yer olmasını isterim. Bir okulun, “Testten kaç aldın?” yerine “Öğrendiğin şeyle ne yaptın?” sorusunun sorulduğu bir yer olmasını isterim.

Her şeyden önce servisten inerken tatlı küçük yüzlerini gördüğümde ve günlerinin nasıl geçtiğini sorduğumda, “Çok iyi geçti!” dediklerini duymak isterim.

Bir Anne......

 


Köşe Yazıları
Hava Durumu
Takvim
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam21
Toplam Ziyaret121970